meteogunc |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ALDATMAK MI....SEDAKETSİZLİK Mİ |
|
|
Aldatmak mı sadakatsizlik mi?
Psikiyatri uzmanları 'Aldatma' diye bakılan meselenin, çiftlerin kendilerini aldatılmış hissetmeleriyle ilgili olduğunu düşünüyor. Yani aldatma ile sadakatsizlik bazen birbirine karışabiliyor.
|
 |
|
|
"İnsanlar ve hayvanlar için aldatmak kuraldır, sadakat ise istisna." Tekeşlilik Efsanesi: Hayvanlarda ve İnsanlarda Sadakat ve İhanet (The Myth of Monogamy: Fidelity and Infidelity in Animals and People) adlı kitabın yazarları, psikolog David Barash ve psikolog Judith Eve Lipton, dünya üzerine yaşayan birçok çifti yakından ilgilendiren tekeşlilik olayına böyle yaklaşıyor.
Aldatmak mı sadakatsizlik mi? Psikiyatri uzmanları 'Aldatma' diye bakılan meselenin, çiftlerin kendilerini aldatılmış hissetmeleriyle ilgili olduğunu düşünüyor. Yani aldatma ile sadakatsizlik bazen birbirine karışabiliyor. Klinik psikoterapist Rebia Erdoğan, "Kişiler ikili ilişkilerde bir araya gelirken geçmişin aktarımı ile, koptukları ilk sevgiyi, yani anne ve babadan sonraki sevgiyi verecek sevgiliyi arıyor. Ama yaşam, doğal olarak, dürtülerle hareket ederken poligamdır ve ancak ego düzeyinde bakıldığında monogamdır. Bu, şu demek: İkili ilişki, karşındakiyle birlikte yaşamı üretebilme alışkanlığını elde etmektir. Yetişkin olamadığın zaman, dürtülerinle iç kaygılarını düzene koymaya çalışırken, istesen de istemesen de komşunun bahçesindeki erik hoş gelir. Ama bu kısa sürelidir. Aldatma, temelde bir ilişkiyi üretebilmek ve yaşamı paylaşabilmek becerisini geliştirememiş insanların sonsuz bağ arayışıdır. Ve iki nedene dayanır; terk edilmişlik duygusunu kapatmak ve terk edilmek yerine kendini sürekli güvencede hissetmek, dürtüsellikteki anlık hazların sürekliliğini sağlamak" diyor.
Sadakatsizlik aldatmaya dönüyor
Prof.Dr. Psikiyatr Mehmet Sungur ise tırnak içinde 'aldatma' teriminin sorunu tanımlamayacağını savunuyor ve bu terimin adının sadakatsizlik olması gerektiğini belirtiyor. Sungur'a göre her sadakatsizlikte bir miktar aldatma vardır; ama, aldatma karşı tarafı kandırmak amacıyla yapılır. Oysa sadakatsizlikte böyle bir amaç yoktur. Ancak, sadakatsizlik devam ederken bir süre sonra amaç haline geliyor. Sadakatsizlikte eşlerden biri bir başka kişiye yöneldiği zaman, amacı beraber olduğu kişiyi aldatmak değildir. Başka kişilerle beraber olurken amaç, eşi ya da sevgiliyi aldatmak olmuyor. Sungur, "Mesela, danışanlarımız bize geldiklerinde, 'Başka biriyle beraber oluyorum, çünkü karımla seks artık eskisi kadar seksi değil' diyor. Dolayısıyla, seks artık seksi olmadığı için başkalarına yöneliyor eşlerden biri. Aldatma, eşlerden birinin başka bir partner olduğunu fark ettiği noktada başlıyor. Sorular sormaya başlıyor eş; o sorulan sorulara yalanlar geliyor ve doğrular söylenmediği zaman aldatma başlıyor. O nedenle olay bir sadakatsizlik ve aldatma da bunun bir parçası" sözleriyle durumu açıklıyor.
Aldatmanın kişiler üzerindeki etkileri
Sungur'a göre, herkesin olaydan etkileniş biçimi farklı. Bazen, insanlar tüm bu sadakatsizliği bilmelerine rağmen, eşleriyle yaşamaya devam ediyor. Bazıları ilişkiyi anında koparıyor, bazıları sürekli bocalıyor. Dolayısıyla, bunlardan hangilerinin yaşanacağı tamamen insanlara bağlı.
Sungur, aldatmaya uğramış bir kadının ifadesiyle, olaylara yaklaşımı özetlemeye çalışıyor: "Aldatılan bayan, 15 yaşında tecavüze uğramıştı; ama tecavüz, bu sadakatsizlik kadar üzmemişti onu, çünkü o bir yabancıydı. Oysa bayan, eşini en iyi arkadaşı sanıyordu. Sonuçta 'Demek ki değilmiş' kararına varmıştı. Bu hasta intihara eğilimliydi. Çünkü en iyi dostunu ve dünyaya inancını kaybetmişti. Bunun için aldatma kavramının esasını anlamak gerekiyor, insan üzerindeki etkisi nedir diye. Bir ilişki sorunun sonucu olarak mı ortaya çıkıyor, yoksa böyle bir şey olduğu için mi ilişki de sorunlar yaşanıyor? Bunun iyi kavranması lazım."
Sadakatsizliğe uğrayan kişiler neler kaybediyor?
Prof.Dr. Sungur kayıpları şöyle özetliyor: "Birincisi, kimlik kaybediyorlar. Artık aynı kişi değilim, diyorlar. İkincisi, özel olduklarına ilişkin inançlarını kaybediyorlar. Onun için özel değilmişim, beni kullandı ve attı diyorlar. Üçüncüsü, temel değerlerin kaybına bağlı olarak, kişi kendine olan saygısını yitiriyor. Burada kişiler, normal koşullarda, bir aldatmaya uğramış arkadaşlarını kınarken, kendileri bu tavra sessiz kalıyorlar.
Gidemeyişlerini utanç verici buluyorlar. Hatta bu ilişkiyi devam ettirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Sürekli olarak sadakatsizliğe uğradıkları durumu düşünüyorlar. Bu, onların düşüncelerini kontrol edemeyişlerini de beraberinde getiriyor. Aslında kontrol etmeye çalışmamak da gerekiyor; çünkü ne kadar çabalarsanız o düşünceden kurtulmanız o kadar zorlaşıyor. Düşünceden kurtulmaya çalışmak yerine bir psikiyatrla birlikte düşünmek gerekiyor. Adalete olan inançlarında bir kayıp oluyor. Dünyanın güvenilmez bir yer olduğunu düşünüyorlar. Kendilerini en çok seven insanlar bunu yaparsa, bu dünyada kime güvenebileceklerini şaşırıyorlar."
Aldatılan kişinin başka insanlarla bağları da kopuyor. Çünkü, arkadaşları sürekli olarak soru sordukları takdirde, kendini güçsüz bulduklarını düşünüyor; sormadıkları takdirde ise kendisiyle ilgilenmediklerini düşünüyor. Amaç kaybı oluyor; ölüm düşünceleri gelişiyor. Bütün bunları düşünüp her gün bu azabı çekmek yerine, hayatlarının bitmesini istiyorlar.
Bir sadakatsizliğe uğrama durumunda bazen utanç, bazen öfke duygusu uyanıyor: "Erkekler bunu her zaman yapar lafına inanmalıydım, ama inanmadığım için kendimi affedemiyorum" durumu yaşanıyor. Bazen suçluluk duygusu yaşanıyor; kişi kendini sorumlu tutuyor ve "Onu ihmal ettim bu nedenle böyle oldu" bahanesine sığınıyor. Umutsuzluk, çökkünlük yaşanabiliyor; aldatılan kişi eş olarak yetersiz olduğunu düşünebiliyor. |
Gurur ve Aldatma |
Erkekler neden aldatırlar? Kendilerini iyi hissetmek için. Tıpkı kadınlar gibi. Her iki tarafa da sözüm şudur: Eşlerinizi onure edin. Edin ki, başka bir yerde moral bulmaya çalışmasınlar.
Sanılanın aksine, insanlar, mutlu oldukları değil, mutlu edebildikleri yerde olmak isterler. Mutlu edememek, insanın yetersizlik duygularını kamçılar. Burada cinsellikten söz etmiyoruz. Genel olarak, hayatı paylaşmaktan haz almamaktır sorun. Kimse işe yaramadığı bir yerde durmak istemez.
Cinsellik, sosyal bir olgudur, insan ise söz konusu olan. Hiç bir kadın, çocuklarını doyuramayan bir kocayı çekici bulmaz. Erkek için de benzeri şeyler geçerlidir.
İnsan en çok, saygı gördüğü, kendisine değer verilen ortamlarda bulunmak ister.Ergenlik çağındaki arkadaş düşkünlüğünün nedeni, tam da budur. Peki, yetişkin olunca değişir mi bu özelliğimiz? Asla.
Neden eşlerimize arkadaşlarının gösterdiği saygıyı göstermeyiz? Onlar kadar değer vermeyiz? Yanıtı basit: Evli olduğumuz için.
Topu evlilik kurumuna atıp kaçmak olmaz tabii. Yine de her türlü ilişkiyi çürüten "sahiplenme" duygusunun, evlilikte fazlasıyla yer tuttuğunu söyleyebiliriz. Sahip olduğumuz şeye özenli davranmak zorunda hissetmeyiz kendimizi.
Geldik yine, "ilişkide bireyselliği koruma" sorunsalına. Bu da aslında, hayattaki genel duruşumuzla ilgili.Öyle bir duruşumuz olmalı ki, evlilik, gelip hayatın merkezine oturmasın, hedeflerimizin ve hayallerimizin yerini almasın.Kendisini evliliğiyle tanımlamayan insan, sahiplenme batağına düşmez. Yani, genel olarak.
Tabii, bu acemi blog yazarına soracak olursanız, en iyisi, kurumlaşmış bir ilişkiye sahip olmamaktır.
|
|
Aldatmanın etiği olur mu? |
Aldatan ya da aldatılan ve bu sitelerde öykülerini paylaşan üyeler, oylarıyla etik kurallarını bile çıkarmış
Etik Kurallara Uymayan Davranışlar:
1. Erkek askerdeyken kadın aldatmamalıdır. Erkek vatanı savunurken, kadın bu durumdan faydalanmamalıdır. Evli değilse, insanlık hali deyip, askerden önce ayrılmak ve rencide edici bir durumda bırakmamak iyi bir çözüm olabilir. (Duydun mu kızım Pınar?)
2.Kadın hamileyken, hastayken erkek aldatmamalıdır. Kadının böylesi bir dönemde, bu zorunlu durumunda, anlayışlı davranmalı, böyle bir dönemde yakalanma riskine girmemelidir.
3.Beraber yaşanılan evde aldatılmamalıdır. Aynı yatağa baş konulan yere, başka başlar alınmamalıdır. Paraya kıyıp bir otel, arkadaş evi, garsoniyer, otluk, çimen, geniş bir araba bulunmalıdır.
4.Popüler mekânlarda aldatılmamalıdır. Popüler mekânlarda ortak arkadaşlar, medya bulunabilir. Biraz daha sote yerler tercih edilmelidir.
5.Evli insanlar, evli insanlarla aldatmamalıdır. Çifte yaramazlık yapılmamalıdır. Bir yakalanma durumunda kimin kimi vurduğu belli olmayacağından aldatma partneri bekârlardan seçilmelidir.
6.Partnerinizin yakın arkadaşlarıyla aldatılmamalıdır. Her ne kadar çok daha heyecanlı da olsa , bu kadar yaramaz olmayınız.
7.Medyatik kişilerle aldatılmamalıdır. Bir anda kendinizi gazetede bulabilirsiniz
8.Partnerinizi aldattığınız kişiye asla âşık olunmamalıdır. Olayı duygusal boyuta taşımayınız. Bu nedenle fazla iyi davranmamanız ve karşınızdakine duygusal ortam sağlamamanız gerekmektedir.
9.Eşinize ya da partnerinize yapmadığınız/ layık görmediğiniz harcamaları ve ilgiyi, birlikte olduğunuz kişiye yapmayınız. Unutmayınız, bir yakalanma durumunda, en azından partneriniz bir numara olduğunu hissetmelidir
10.Onu aldattığınız, herhangi bir nedenle sizin tarafınızdan partnerinize söylenmemelidir. Madem bir halt yediniz, sır olarak saklayın, illa itiraf etmek ve rahatlamak istiyorsanız boynuz.org'a yazın
11.Evli olduğunuz saklanmamalıdır. Yalan söylemeden, karşı taraftakine açık olarak, karşı tarafın duygularıyla oynamadan da aldatmak mümkündür
12.Aldatan kişi asla eşinden ya da partnerinden bahsetmemelidir. Partnerinize saygı duymalı ve onun hakkında konuşmamalısınız. Hele ki kötü-eksik taraflarından bahsedilmemelidir. Diğer kişi içinse partnerin olumlu yönlerinden bahsedilmesi rencide edici ve itici olmaktadır.
|
|
SADAKATSİZLİK NEREDE BAŞLAR? |
Nedir aldatmak? Kimileri erotik düşlerle sarmaş dolaş uyudukları gecenin sabahında baş edilemez bir suçluluk duygusuyla uyanırken kimileri de gün yüzü görmemiş bir maceranın sabahına masum bir tebessümle uyanırlar. Sadakatin farklı yorumları üzerine tarih, kültür ve geleneklerle beslenen bir araştırma.
Hazırlayan : Catherine Roig Derleyen: Yaprak Yaltı
Hollywood'un müzikal komedisi "Chicago"da, kadın kahramanlardan biri, saf ve aynı zamada ölümcül olanı, mahkemeye birkaç aşığı olduğunu itiraf eder: " Kocam yatakta sıfırdı. Üstelik birlikte olduğum adamlarla hiç akşam yemeğine çıkmadım! Yani şimdi buna aldatmak mı diyeceğiz?" Sevgili Roxy, görüyoruz ki parmağınızı hassas bir noktaya bastınız: Sadakatsizlik nerede başlar? Düşüncemizde mi, fantezilerimizde mi, bir öpüşmede mi, yatakta mı yoksa bir kafede mi? Sözlükler bile bu sorunu aydınlatmaya yetmiyor. "Sadakat: İçten bağlılık, sağlam, güçlü dostluk." "Sadakatsizlik: Arkadaşlıkta ya da aşkta duygulardaki sadakat eksikliği" Ya sözlükleri hazırlayanlar cinsellikten bihaber " ki bu düşük bir ihtimal- ya da anlamdaki bu muğlaklık aldatmanın ancak kalple ilgili olabileceğini savunanlara bir ışık yakıyor.
Bu hassas soru, konu üzerinde düşünmüş olan yetişkinlere sorulduğunda sadakatsizliğin algılanışındaki büyük farklılığı özellikle yapılan anketler aracılığıyla rahatlıkla görebiliyoruz: Yıllara ve enstitülere göre Fransız kadınların %10 ila % 40'ı kendilerini fırsat çıktığında ya da düzenli olarak sadakatsiz olarak tanımlıyor. Fransız erkeklerinde bu oran % 20'si ila % 60'a kadar çıkıyor! Sizden hiçbir şeyi saklamamak adına dergimizin kulislerinde konuşulan ve olayın üzerinden yıllar geçmesine rağmen çözüme kavuşturulamayan Clinton ikilemini gündeme getirelim: " Oral seks aldatmaya girer mi?" Sol tarafımda Bill'in Hillary'ı kesinlikle aldattığını düşünenler, sağ tarafımda ise Monica'ya hiçbir şey "vermediğine" göre aldatmadı diyenler? Sonrası bu iddiaların savunmasına dayalı neredeyse sözlü bir yumruklaşmaya varan tartışmalar oluyor. Zira bugün aldatma olgusundan daha elastik yani daha karmaşık bir konu olmasa gerek! Ultra-modern bir filmde kadın kahraman kocasına sadakatini göstermek için bir yabancıyla değil, kocasının en yakın arkadaşıyla yatıyordu. Kocası, karısının onun için yıllar önce seçtiği metresiyle yatmaya devam ediyor ve ikisi de durumdan memnun gözüküyor. Peki biz sıradan insanlar bunun neresinde kalıyoruz?
Soruna açıklık getirebilmek için her yaştan yetişkinin yer aldığı bir kesimin beyinlerinden ve yüreklerinden geçenleri araştırdık. İlk saptama: Bir kadına sadakatsizlik nerede başlar diye sorduğumuzda on kadından dokuzu cümlesine "Eğer erkek arkadaşım?" diye başlıyor. Aynı soruyu erkeklere sorduğumuzda "hastalık derecesinde kıskanç olanlar hariç- neredeyse hepsi cümlesine " Eğer ben" diye başlıyor. Sanki aldatmak sadece erkek cinsiyetiyle bağdaşıyormuş gibi? Bizi yanıtlayan on kadından dokuzunun sadık olduğuna inanmaya benziyor! Gerçek şu ki kadınlar ve erkekler olaylara kesinlikle aynı açıdan bakmıyorlar.
Erkekler aldatmaya hoşgörülü yaklaştıklarını söylüyorlar. Partnerlerinin ara sıra ilişkiden uzaklaşmasına karşı yumuşak bir tutum takınacaklarını iddia ediyorlar. "Karımın da arzularında benim gibi bağımsız olmasını isterim" diyor 34 yaşındaki Julien. Karşılaştığımız en hoşgörülü tutum onunki. Kadınlar kendilerini aldatan veya aldatılanın yerine koyarak soruları cevaplıyorlar. Ya acı çeken ya da suçluluk duyan kişi rolüne bürünüyorlar. Yüzyıllar boyunca dinin, ahlak kurallarının ve yasakların ağırlığı kadınların bilinç altına yerleşti. Dürüst olalım: zamanın başlangıcından beri erkeklerin sadakatsizliği görmezden geliniyor mu? Erkek zaten bir çok dişiyi dölleyerek soyunu sürdürmeyi sağlayan doğal olarak çok eşli bir hayvan değil mi? Kadın ise soyun devamının sağlanması için binlerce yıldır baskı altında yaşadı. Gebeliği önleyebilecek olması ona özgürlük alanı sağlıyor muydu? Evliliği, o kutsal anlaşmayı hiçe sayan taraf olmak kadına bir de suçluluk duygusunu yaşatıyor. Sorunla baş etmek gitgide zorlaşıyor!
Bu yazıyı okumakta olan sizler lütfen düşünün: İlişkilerinizde sadık mısınız değil misiniz? Kadının sadakatsizliği üzerine aydınlatıcı bir araştırma yapan Patricia Delahaie'nin (1), karşılaştığı bazı cevaplar oldukça eğlenceli: "Sadık mısınız değil misiniz?" sorusuna "İkisi de" ya da "Kocamı hiç aldatmadım yani çok çok az" gibi şaşırtıcı cevaplar almış. Sadakatsizliğin kişisel, yoruma açık bir kavram olduğu ortada. Ayrıca Fransız toplumu gibi tüm gönül maceralarının görmezden gelindiği, hatta teşvik edildiği bir toplumda sınırları çizmek zorlaşıyor. "Artık örnek alınacak bir model olmadığından çiftler kendi içlerinde düzenlemelere gidiyorlar. Nicelik hakkında yapılan araştırmalarda yüzdeler yüksek çıktığından bir çokları, flört, çekici jestler ve bazı arkadaşlıklara hoş yaklaşmamaya başlıyor çünkü bütün bunlar sadakatsizliğin alanına giriyor" diyor sosyolog Serge Chaumier (2). "Herkes, kendi kültürüne ve dinine bağlı olarak farklı bir sadakatsizlik tanımına sahiptir" diye ekliyor seksolog François Parpaix (3). Bazı Müslüman ülkelerde türbanını kocasından başka bir erkeğin gözü önünde açan kadın sadakatsizlikle suçlanabileceği halde batılı ülkelerde plajda üstsüz dolaşan bir kadını kimse partnerine sadakatsizlikle suçlamaz. Sorularımızı cevaplayan kadınlardan bazıları fantezilerinde başka erkekleri de düşündüklerinden ama yüzleri yok, diye belirtiyorlar üstelik!- kocalarını aldatıyor hissine kapılabiliyorlar. Hatta iş yerinde bir meslektaşları iltifat etti diye "yanlış yaptığını" düşünenler bile var. "Erkekler birlikte oldukları kadınların sayısını abartma eğiliminde oldukları halde kadınlar her zaman azaltırlar" diye başka bir gerçeği dile getiriyor Patricia Delahaie. Kadınlar yaşadıklarını detaylarına göre sınıflandırıyorlar. Böylece mesela eski bir sevgiliyle yaşanan ilişki "yeni bir adam" söz konusu olmadığı için hesaba katılmayabiliyor. Çılgınca eğlenilen bir gecede veya bir geçiş döneminde yaşanan maceralar da "unutulabiliyor". Çünkü bunlar atıştırmadan sayılıyor, gerçek bir yemek yerine değil! Bazıları ise kocalarını aldatmış olduklarını reddediyorlar. Aldatma gerçekleştiğinde zaten kocalarını artık sevmediklerini söylüyorlar. Aynı durumda kendileri olsalar nasıl hissederlerdi diye soruyoruz : "Aldatılmış!" diyor Catherine.
Evet, söz konusu aldatma olunca kendimize bir başkasına olduğundan çok daha fazla hoşgörü gösterebiliyoruz. Kendimize küçük "ayrıcalıklar" tanıyoruz, sevgilimize onuncu defa asla tanımadığımız ayrıcalıklar. 30 yaşındaki Séverine?in düşünceleri ise şöyle: "Bir gecede karşılaştığınız hoş bir erkekle flört etmek aldatmadan çok kışkırtmaya girer, özellikle kocanız da aynı ortamdaysa. Eğer kocam yapıyorsa gidip flört ettiği kızın yüzüne herkesin önünde bir tokat indirme hakkını kendimde görüyorum." Aynı mantıkla konuşan Ariane ilaç sektöründe çalışıyor ve 35 yaşında: "Seminerleri takip etmek için dünyayı dolaşıyor ve sıcak ortamlara sahip otellerde kalıyoruz. Benim için bir veya iki kere (bu "veya"yı es geçmeyin) bir meslektaşımla flört etme durumu söz konusu oldu. Geceyi birlikte geçirdik ve ertesi sabah öpüşüp ayrıldık. Philippe beni öptüğünde ayrılacağız diye gözlerimin yaşlarla dolabileceğini düşünmek bile saçma!"
Psikoterapist Paule Salomon son kitabında (4) sadakatsizliğin olumlu taraflarını kendini tanımak ve yenilenmek olarak açıklıyor. "Kendi özgürlüğünüzü keşfetmek ve sevmek oldukça zorken bir başkasınınkine sonsuz saygı duymayı anlayamayabiliriz. Buna rağmen birini gerçekten sevdiğinizde ondaki "gelişmeleri" ve büyümesini de severiz. Sadakatsizlik de bunun parçasıdır. Kabul etmek çok fazla sevgi ve cömertlik ister. Elbette kendisini dayanılmaz acılara yol açan böyle bir duruma özellikle sokmaya kimse çalışmasın. Sadakatsizliğin içerisinden ahlakı ve romantizmi çıkarırsak geriye nefret etme ve kandırma kelimeleri kalıyor. Başlarına gelen sadakatsizlik krizini aşmaları ise çiftin ciddi biçimde olgunlaştığını gösterir."
29 yaşındaki Juliette için sadakatsizlik çok erken başlıyor: "Daha ilk bakışta! Sevgilim başka bir kadına baktığında onu o an için kaybettim demektir. Benim için bu bir ihanettir." 38 yaşındaki Nathalie kocasının kadın meslektaşlarıyla yemek yemesinden hoşlanmıyor. Özellikle bu kadınlar akıllıysa: "Aralarında entelektüel bir işbirliği doğmasından korkuyorum. Böyle olursa kendimi olayın dışında yani aldatılmış hissederim." 27 yaşındaki Christelle erkek arkadaşının üniversiteden iki kadın arkadaşına dayanamıyor: "Üçü o kadar yakın ki, bence sadakatsizliğin sınırındalar?" 42 yaşındaki Annie, kocasının eski sevgililerini düşünüp düşünmediğini hatta daha kötüsü onları fantezilerinin parçası yapıp yapmadığını sorgulayıp duruyor. 40 yaşındaki Caroline, kocasının bir porno sitesini takip ettiğini öğrendiği günden beri "İnternet üzerinden aldatıldığını" biliyor. Peki aldatma korkusu paranoyaya dönüşebilir mi? Serge Chaumier?e göre bu ihtimal uzak değil: "Kimileri için önemsiz bir ayrıntı olarak kalabilen bu durum kimileri için oldukça dramatikleşebilir ama tamamen sadık olabilmek için ıssız bir adada yaşamamız gerekirdi. Bu durumda ise çiftin ilişkisinin sadomazo bir ilişkiye dönüşmeyeceğinin garantisini kimse veremez!" Paule Salomon her tarafta birbirini aldatan çiftler görmenin tehlikesini vurguluyor: "Sadakatsizlik içimizde bir özgürlük hareketi olarak başlar. Bu duyguyu önce bilinç altımızda yaşarız daha sonra yüzeye çıkar. Bununla birlikte başkasını düşünmek aldatmaktır diyenlere katılmıyorum. Bize ait olmayan bir bahçeye dalma ve ötekini erotikleştirme ihtiyacından kaynaklanır. Birisine duyulan uzun süreli bağlılık ancak yeni birisiyle karşılaşılınca bir anda yükselen arzunun kontrolüyle doğrulanabilir. Bu kriz anında oluşan hassas durumu çok iyi yönetmek gerekir. Çiftin önceden oluşturduğu anlaşmaya dayanılarak sorun çözülebilir."
Bilginize: Yatmak aldatmak değildir! "Toplumun dayatması başka yönde olsa da bu inanış yavaş yavaş çözülmeye başlıyor diyor Serge Chaumier. Bazı çiftlerin hayatında romantizme yer yok. Tabii bunun gelişimi zaman alıyor. Fourier, daha 19. yüzyılda vücutların sadakatinin anlamsızlığını vurgulayarak, ruhların sadakatinin önemli olduğunu söylüyordu." Bunun günlük yaşama uyarlanmış şekli nedir? Başlangıçtaki anlaşmamızda küçük kaçamaklar yer aldığı için başımıza geldiğinde kendimizi daha mı az aldatılmış hissederiz? "Entelektüel açıdan partnerimi isteklerinde özgür bırakma fikrini güzel buluyordum. Sonra bir gün Yves, karşılaşmamızdan üç yıl sonra başka bir kadınla bir kez birlikte oldu. Üzüntüden çılgına döndüm. Konuşamıyordum, kendimi kirlenmiş ve yalnız bırakılmış hissediyordum. Kavga ettik, ayrıldık, tekrar bir araya geldik ama hiçbir şey eskisi gibi değildi. Bunu aşmayı beceremedik." 44 yaşındaki Emma, daha hafif bir deneyim yaşamış. "Ben kıskancımdır, kocamın yalnız bir yerlere gitmesi, dışarı çıkması beni rahatsız eder ama kocam için benim başka adamlarla yatmamın önemi yok. Ben de yattım. Hem de üç kere. Zevk almadım çünkü bir yasağı delmiyordum. Kendime bunun bir strateji olup olmadığını soruyorum, hem beni özgür bırakıyor hem de elinde "tutuyor"? Bence gerçek aldatma cinsellikte başlıyor. Benim deliler gibi sevdiğim o vücudun benimkinden başka bir kokuya büründüğünü düşünmek bile istemiyorum! Erkeklerin, seksin aldatmak sayılmadığını savunmalarını hiçbir zaman anlayamayacağım."
Seksologlar bu fikri çok iyi anlıyorlar ama o eski deyişin artık geçerli olmadığını söylüyorlar: "Erkek yatarak, kadın severek aldatır". François Parpaix günümüzde daha çok duygusal erkek ve cinselliği sadece seksi yaşamak adına seven daha çok kadın olduğunu belirtiyor. Yine de duygusal sebepler yüzünden eşini aldatan kadınların oranı hala önemini koruyor ve duygusal nedenlerle aldatma ilişkiyi çıkmaza sokmaya devam ediyor. Erkeklerin harekete geçmesi fizyolojik "saldırganlığa" dayanıyor. Erkeklerin çoğu, penis hikayelerinden güç alarak, eşlerini aldatmadığını düşünüyor. Clinton dünya üzerindeki şu soruyu soran tek erkek değil: "Sadece oral seks, ne var bunda?" Öpüşmek mini bir oral seks modelini temsil ediyor. Erkekler için duygusal bir boyut taşıdığı da doğru. Bu yüzden fahişeler müşterilerini öpmeyi reddediyorlar." Bir fahişeyle beraber olunca bu erkeğin eşini aldatmadığı anlamına mı geliyor? "Beraber olduğu kadına zevk vermedikleri için eşlerini aldatmadıklarını söyleyen erkekler çoğalıyor" diyor Serge Chaumier. Ucu sadakatsizliğe dayanan bir soru daha: Cinsel ilişki nerede başlar? Hangi dokunuşta? Yalnızca tam birleşme gerçekleştiğinde mi?
50 yaşındaki Jackie'nin düşünceleri gayet açık. Sadakat hislerle ilgilidir. "Kocam beni ara sıra genç bir kızla aldatıyordu. Yirmi yıllık beraberliğimiz adına sineye çektim. Çünkü kendimizi hep birbirimizi ne kadar çok sevdiğimizi ilan ederken buluyorduk. Kendimi kurban gibi hissetmemek için benim de birkaç sevgilim oldu ama öylesine? Sonra bir gün kocama gününün nasıl geçtiğini sordum. Bulutların üzerinde uçuyor gibiydi. Yarım saniye kadar düşündü. Ve bana yalan söyledi. Onu kaybettiğimi o an anladım. İlk defa aldatılmış gibi hissettim ve boşanmayı teklif ettim." 39 yaşındaki Emmanuel, bu durumu anlıyor: " Anne-Laure beni sadece fiziksel olarak aldatsaydı buna katlanabilirdim ama bana yalanlar söylemesini hoşgöremezdim. Bu da sonun başlangıcı oldu." 45 yaşındaki Lise aynısını yaşamış ama ters bir bakış açısıyla: "Benim için aldatmak; gizlemek, yalan söylemek ve ihanet etmektir. Herkesin başına gelen tek gecelik, kendimize saklamamız gereken maceralardan bahsetmiyorum. Gerçek, uzun süreli sadakatsizliklerden bahsediyorum. Ben büyük aşkımla karşılaştığımda ve bunun gelip geçici bir ilişki olmadığını anladığımda kocama herşeyi anlattım. Elbette acı çektim. Boşandık ama hiçbir zaman kocamla ilişkimin çirkinleşmesine izin vermedim. Saygının çok önemli olduğuna inanıyorum." Bu yolu izlerken önleminizi almanız gerekiyor. Karşı tarafla ilişkinizi sonsuza kadar kopartmanız ihtimal dahilinde yer alıyor.
Tüm bunlardan nasıl bir sonuç çıkaracağız? Hiç şüphesiz sosyolojik evrimi göz önünde bulundurmalıyız. Boşanma bugün tekrar tartışılmaya başlandı. Çoklu-sadakat anlayışı literatüre giriyor. Yani sadakatsizliğin sınırları sislerle örtülü. "Gerçeğe boyun eğiyoruz, diye özetliyor Serge Chaumier. Vücutların sadakati imkansız ve zincirleme biçimde poligam ilişkiler yayılıyor. Artık işler yolunda gitmediğinde anlaşmayı iptal edip, verdiğimiz sözlerden dönüyor ve bir başkasıyla yolumuza devam ediyoruz." Kolaya mı kaçılıyor? Daha ötesi? "Bir daha hiç sevilmemek, aldatmanın vicdan azabından daha dramatik olabiliyor.
|
|
Aldatmak hırsızlığa benzer |
Psikiyatrist Özkan Pektaş aldatmayı hırsızlığa benzetiyor. Klinik çalışmalarında her aldatmanın boşanmayla bitmediğine tanık olan Pektaş'a göre 'Bütün erkekler aldatır' diyen kadın yanılıyor, aldatıp da yakalanmayan erkekse aldatmaya devam ediyor...
ŞEBNEM B. İYİNAM
İSTANBUL - 1980'lere kadar Türkiye'de erken boşalma, küçük penis gibi tartışmalarıyla gündeme gelen Haydar Dümen dışında, psikiyatristlerin sadece akıl hastaları ve zekâ gerilikleriyle uğraştığını hatırlatan Özkan Pektaş, alkol ve madde bağımlılarıyla ilgilenmeye aynı yıllarda, AMATEM'de başladı. Klinik çalışmalarının yanı sıra, iki meslektaşıyla birlikte Derinlikler adlı TV programını sürdüren Pektaş, psikiyatrik hastalıkları oluşturan düşünce bozukluklarıyla olduğu kadar, haletiruhiye bozukluklarıyla da ilgilenen bir ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı.
Psikiyatri değil de, neden artık 'modern psikiyatri' tanımına ihtiyaç duyuluyor?
Çünkü artık psikiyatride tecrübelilik konsepti dışlandı. Bütün dünyadaki psikiyatristler toplandı psikiyatriye ortak sınıflamalar getirdiler. Yıllar önce "Mehmet bey, bu konuda tecrübelidir, ona gidin" derlerdi, artık o Mehmet bey birtakım gelişkin yöntemleri kullanmadan "Evet, ben bu vakayı biliyorum, paranoid bozukluk" dememeyi öğrendi. Psikolojik hastalıklar bütün dünyada aynı ve üniversal. Türkiye'deki şizofrenik bozuklukla Uruguay'daki şizofrenik bozukluk arasında hiçbir fark yok, hiçbir zaman da olmamıştı.
Peki, paranoid özellikler taşıyan bir hasta İstanbul'da değil de Urfa'da yaşasaydı, aynı tezahürleri gösterir miydi?
Sosyo-kültürel seviye, ekonomik düzey, ülkenin kültürel donanımı hastalıkları etkiler, ama bir yere kadar. Bütün dünyada akıl hastalıklarıyla ilgili belirli bir oran vardır. Cehalet, sosyo-kültürel ve ekonomik farklılıklar işte bu oranı değiştirmez. Fakat, İsrail gibi, Türkiye gibi ülkelerde dini temalardaki ritüellerin fazlalığıyla o toplumda obsesif kompulsif dediğimiz bozukluklara daha sık rastlanır. Musevilerde ve İslami ülkelerde dini ritüellerin, seremonilerin yoğunluğu rahatsızlıkları artırır. Hıristiyanlar daha rahat. Haftada bir gün kiliseye gidiyor, biz günde beş kere abdest alıyoruz.
Bir ülkede yaşayan azınlıkların dini seremonilerini yeterince doğal ve rahat yaşayamıyor olması, sıkıntılar doğurur mu?
Her ülkede azınlıkta yaşayan nüfusun psikiyatrik problemleri olur. Normalden daha paranoid, ister istemez daha şüpheci olurlar. Tehdit altında olduklarını hissettikleri için de birbirlerine duydukları bağlılık daha fazladır. Her türlü kültürel, dini, sosyal etkinliklerini kendi içlerinde, daha yoğun ve daha içe kapalı yaşarlar.
Fransız parlamentosundan geçen yasayla birlikte Türkiye'de yaşayan Ermenilerin psikolojisi üstüne neler söyleyebilirsiniz?
Azınlık olanlara dini bayramlarında belli mesajların verilmiyor olması, yaşam tarzlarıyla ve sosyal hayatlarıyla ilgili verilerde eksiklerin bulunması onları zaten üzüyor. Yaşadıkları bir çekingenlik varken, onların son gelişmelerin ardından ciddi rahatsızlıklar yaşadıklarını düşünüyorum. Yani onlar Taksim Meydanı'nda "Ohh işte, siz bizi kırmıştınız, bakın işte, kabul ettiler" diye böbürlenerek yürümeyecekler. Biliyor musunuz, ben Balıklı Rum Hastanesi'nde çalışıyorum, ama bugüne kadar hastanemize bir tek Rum hasta yatırmış değilim. Bu ilginç değil mi? Ancak karşılarındakine tamamen güven hissettiklerinde son derece verici, insani, hoş yargılar içinde olduklarını da biliyorum.
Türkiye'nin psikolojisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fransa büyük ayıp etmiş olabilir, ama bunu milli mesele haline getirmek şuna benzer: Diyelim ki biz karı-kocayız. Ben bir gün size gelip "Sen beni aldatıyorsun" diyorum. Siz bunu duyduğunuz andan itibaren bütün kadınları ve bütün mahalleyi toplayarak "Ben asla seni aldatmadım. Bundan sonra sana ekmek de yok, yemek de yok" derseniz, ben şaşakalırım. Karıma böyle bir şey söyleyemez miyim? Buna bu şekilde, şiddetle hassasiyet göstermenin manası yok. Tarihin gelişimine bakıldığında tarih barbarlıklarla dolu.
Türkiye'de rastlanan psikopatolojik rahatsızlıklar kesim kesim incelenebilir mi? Kimse alınmasın diye gazetecilerden de başlayabilirsiniz.
Gazeteciler, bankacılar, sanatçılar ve finans işiyle uğraşanlarda panik bozukluk çok yaygın. Panik atak, çok çağdaş bir hastalık. Yükselmekte olan, atılımlarda
olan ülkelerde sık görülüyor. Temelinde kaygı ve endişe bozukluğu var. Bir gemi düşünün, seyir halindeyken projektörleriyle denizi taramaya alışmış. Denizi aydınlatıyor, teknelere, kayalara dikkat ediyor. Ama günlük yaşamında ani oluşan bir travmayla projektörleri birdenbire kaptan köşküne çevriliyor. Her gün biraz daha mükemmel olmaya çalışan gazeteci kör oluyor, gemisi yalpalıyor, kalp atışları hızlanıyor, çıldıracakmış gibi olma hissi geliyor.
Atlatılabilir bir şey mi?
Psikiyatrinin en hafif, en kolay halledebildiği rahatsızlık panik atak, hemen hallediliyor. Fakat kişinin kendi donanımı buna engel oluyor. Elinde tomografilerle, baypas olmaya giden var. Gidiyor anjiyolar yaptırıyor, eforlu testlerden geçiyor, 'Amerika'ya tatile çıkayım' diyor. Derken geçen süre, onun üretkenliğini azaltıyor. Sonra bir bakıyorsunuz, o isim silinmiş, yok olmuş. Çünkü bizim ülkemizde, yanındakini fazlaca 'challenge' eden bir yapı var. Herkes birbirine "Bunu yazdı ama, eskiden MİT'çiymiş" diyor. Herkese arkasında "Ne var" diye bakıyor.
Toplum içinde sahte Mesih sayısı neden artıyor?
Psikozlardaki hezeyanların yüzde sekseni dini uğraşlar üzerinedir. Gerçek hasta kendini hakikaten peygamberim diye anlatır. Fakat kişilik bozuklukları olan, psikopat kişi bunun bir hezeyan olduğunu kendisi de gayet iyi bilir. Şizofrenik veya kafası karışık birtakım insanları etrafında toplayıp güzel konuşmalar yaparak onları ikna eder. Bugün dünyanın gelişmiş hangi meydanına gitseniz on dakika içinde biri size yanaşıp
"İsa yeniden diriliyor, gelin şurada konuşalım" diyecektir.
Bir ara şairimiz de çoktu, son yıllarda benzer bir patlama psikiyatristlerde de gözlemliyor musunuz?
Hayır, ama psikoloji, son yıllarda çevrilen filmlerle, edebiyat ürünleriyle çok satan bir şey durumuna geldi. Oscar alan filmde 'borderline' bir kızın öyküsü anlatıldı. Robert De Niro, 'Anlat Bakalım'da panik atak hastasını oynadı. Yalom'un kitapları dilimize çevrildi ve çok sattı. Bunlar bir yere kadar hoşumuza gidiyor, ama iş 'Herkesin bir psikiyatristi olmalı'ya vardırılınca, son derece manasızlaşıyor, gereksizleşiyor.
Eskiden kadınlar bu kadar yüksek sesle 'Bütün erkekler aldatır'demiyordu...
Bu aynı bizim eroinman hastalarımıza sorduğumuzda aldığımız cevaba benziyor. Onlara sorarız biz, "Türkiye'de kaç kişi eroin içiyor?" deriz, "Zaten Türkiye'nin yarısı içiyor," derler. O ortamın içinde yaşadıkları için, onlara öyle gelir. Bütün erkekler aldatıyor meselesi de buna benziyor. Biz bunun böyle olmadığını gayet iyi biliyoruz, ama ne oluyor? Aldatma da o şekilde gündeme geliyor.
Modern psikiyatri aldatmaya nasıl bakıyor?
Hırsızlık gibi bakıyor. Neticede bir hırsızlıktır aldatma. Siz imza atıp "Ben artık cinsel seçimimi yaptım, bir sadakatsizlik göstermeyeceğim" demişsiniz. Bu hırsızlığı yaptığınızda yakalanırsanız, hırsızlığınızı yakalayan kişi tarafından değerlendirilirsiniz. Bir düşünün, en kolay kimi affedersiniz? Annemizi, babamızı, çocuğumuzu, buna bir de eşiniz eklenir. Psikiyatrik olarak bana tecrübelerimi sorarsanız, her aldatılma boşanmayla bitmiyor. Vicdan azabı ve suçluluk duygusu da, ancak suçüstü yakalanan insanda oluyor, yakalanmazsa devam ediyor. Hırsızlık, cazip bir heyecan olarak yaşanıyor.
'Kafalarda bir model oluştu'
Televole kültürü sizce sakıncalı bir şey mi?
Hayır, bütün dünyada bazı kanallar bu tip haberler yayımlar. Bizde her kanalda Televole olduğu için insanların yavaş yavaş kafaları karışmaya başladı. Bir eğlence konsepti oluştu, güzel kızlar, Range Rover cipler, ister istemez model oluştu. 15 günde bir sevgili değiştirildiğini gören evliler "Şimdi biz evliyiz mevliyiz de, bütün millet birbirini aldatıyor" diye iç geçirmeye başladı. Oradan bir kadına sorduğunuzda da yüzde yüz inanarak "Bütün erkekler aldatır" diyor. Biz böyle olmadığını biliyoruz.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
tüm 17200 ziyaretçi (39822 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|